Dillere
pelesenk olmuş o baş tacımız fındığımızdan bahsedeceğim. Ağustos 2. haftasının
Dünya Fındık Haftası olması sebebi ile. Fındık
sözcüğü, Antik Çağda Karadeniz' in adı olan Pont Exinus’tan türetilen “pontik” sözcüğünden
türemiştir. Pontos kıyılarından getirildiği için fındığa “Pontos cevizi”
de denilmiştir. Fındık sözcüğünün Farsçası "fonduk", Arapçası
“bunduk”, Tatarcası “çitlevük”, eski Yunancası “funduki” dir. Arkeolojik kazılarda M.Ö 10000’ li yıllara, Çin yazılı
kaynaklarında ise M.Ö. 2838 yıllına kadar gider, Tanrı'nın insanlara ihsan
eylediği beş kutsal meyveden birisi olduğu bildirilmektedir. Fındığın
Türkler arasında yayılması üç devrede oluşmuştur. Birinci devre, Türklerin Orta
Asya' da oldukları devredir, orada fındığa "kosık" ya da
"kosuk" ikinci devre, Batı Türkleri "çetlevük", üçüncü devrede ise,
Anadolu Türkleri Arap etkisi ile "bunduk" ve değişerek
"fındık" şeklinde adlandırmışlardır. Kimi zaman hükümdar sofralarına
girmiş Akdeniz’de ticaretin de artması ile servet ve bereketi ifade etmiştir.
İnsan hayatına öyle yerleşmiştir ki edebiyatta, folklorda, seyahatnamelerde ve tıpta yerini almıştır.
Divan Edebiyatı’nın tanınmış şairlerinden Fuzuli’nin Sohbetül- Esmar adlı
eserinde de fındıktan söz edilmektedir. Büyük
Türk Bilgini İbn-i Sina (930-1037) El Kanun Fi't-Tıbb adlı eserinde çeşitli
hastalıklarda kullanılan bir ilaç olarak fındıktan bahsetmektedir. Fındığın
kültürel menşeinin aslında Çin olduğu, daha sonra İran’a geçtiği oradan da
Anadolu’nun Doğu Karadeniz kıyılarına geldiği tespit edilmiştir. Türklerde
fındığın ticaret malı olarak satışını gösteren ilk belge de 1403 yılında
İspanya kralı 3. Henry, Timur ile görüşmeye gelir. Trabzon’dan İstanbul’ a
deniz yolu ile döner ve yazdığı seyahatnamesinde fındık yüklü bir gemi ile
Trabzon’dan İstanbul’a geldiğini yazar. Kısaca yukarında fındığın
dünyada ve bizdeki gelişiminin öyküsünü anlatmaya çalıştım. Birazda
Sosyo-kültürel açısından bakacak olursak fındık yetiştirenler bütün bir senenin
hayalini hasada bağlar. Ağustos başlayan hasat Eylül’ e kadar devam eder.
Hayaller, hesaplar hep bu döneme aittir. Hasadın iyi olması, hayallerin
gerçekleşmesi için tüm bir senenin özetidir. Fındık toplamak narin ve yeşil
dalların arasından gökyüzünü kucaklamak gibidir. Bu işin miladı fındığın
toplanmasından sonra başlar. Bu süreçte
evliliğe adımlar atılır, oğula kız
istemeler, alınacak şeyler hep hasat sonrasına bırakılır. Yabancı memleketlerde
çalışan Al(a)manya’dan, Belçika’dan, Hollanda’dan onları oralı yapan herkesin
fındığın hasadı için memlekete yolculuğu başlar. Onları bekleyen Anneanneler,
Dedeler için hasret dolu kavuşma anı gelmiştir. Bütün bir senenin acısı
çıkarılır. Kimlerin evlendiği, kimlerin bu âlemden göçüp gittiği ve daha bir
sürü fındık muhabbeti anları gelmiştir. Bir ömür geçilip, cennete gidilmiş ve
bir dünya günlüğünün okunduğu bir zaman aralığı yaşanır gibidir hasat zamanı. O
sene düğün ve Babaannemin fındık hasadında olmak için yine köye gelmiştik. Gökyüzünün
mavisinin yeşillerin içinde gizlendiği, havadaki oksijenin ciğerlerimizi
yaktığı, gözlerimizin yeşil ve mavinin dansına hapsolduğu zamana hoş gelmiştik.
Her zaman ki gibi, Laz kadınlarına has İsviçre Çakısı gibi elinden her şey
gelen Babaannem sevinçle karışık bir hüzünle karşıladı bizi. Hüznünün sebebi,
fındık hasadında yağmurun fazla olması ile oluşan zararı bize söylemekte
zorlanışıydı. Köylü ne kadar kurtarmak
ve kurutmak için çaba harcasa da ürünün bir kısmı ziyan olmuştu. Niyetinde ürün
hasadından ayıracağı bir miktar ile bu sene köyde yapacağımız düğünde bana beşi
bir yerde yakmak vardı. Güzel yanaklarını sıkarak öptüm.“ Beşi bir yerde
sensin. Sen ol yeter” dedim. “Uşağum sıkıştırma la benü” deyip beni başından
savıp, gözyaşını göstermeden sildi. Karadeniz kadını; sert görünüşlü mizacının
altında yüreği sımsıcak, hislerini göstermekte coşkulu olsa da sevgi gösterme
konusunda biraz ketum. Köyde düğümü yaptık. Yemeler içmeler. Hayatımda hiç bu
kadar eğlenmedim. Bitmeyen horon yapmışlar. Oynamaktan ayaklarım ağrıdı.
Karadeniz halkı, neşesini yaşarken coşkulu aynı Karadeniz ve insanı ikisi aynı
coşkuda ve yüzyıllar boyu birbirlerini etkilemişler. Alamaya ya döndüğümde uzun
sure kulaklarımdan kemençenin ritmik, kimi incelen, kimi zaman yükselen sesi
hiç gitmedi. Ulubey Gürgentepe. Yol
geldik tepe tepe. Fındıkta yorulanlar. Molada sere serpe.