

İnsanın yaratılış gayesinin gerçekleşeceği ve imtihana çekileceği mekân olarak “yeryüzü” seçilir. Ardından insana birbirini takip eden iki hayat verilir. İlki dünya hayatıdır. Doğum ile ölüm arasında geçen bu zaman dilimine “ömür” denir. Yüce Allah’ın biz insanlara bahşettiği en büyük nimet olan ömür sermayesi, insanoğluna bir defa verilen değerli bir nimettir. İnsana verilen ikinci hayat ise, ahiret hayatıdır. Bu, ölümden sonraki ebedi, ölümsüz ve baki olan hayattır.
“Ömür sermayemizden, bir yıl daha tükettik.” Ömür
sermayemiz, yaşadığımız şu dünyadan ve onun içindekilerden daha kıymetlidir.
Sahi nasıl tükettik ömrümüzü?
Bize ait olan bir şey kaybolduğunda, bizden de bir parça
kopar. Küçük ya da büyük fark etmez. Kaybedilen ne olursa olsun, aramaktan
vazgeçemeyiz. Bulamadığımızda, aklımız o şeye takılıp kalır, canımız sıkılır.
Mutlaka bulma derdine düşeriz. Kalemimiz, silgimiz, saatimiz, gözlüğümüz,
çorabımız, kaybolan her ne ise, peşini kolay bırakmayız. “Bir ufak eşya…
Amaaan, unut gitsin!” diyemeyiz. Acaba kaybolan bir eşyamız için üzüldüğümüz
kadar, ömrümüzden kayıp giden günler için de üzülüyor muyuz?
Önemsiz bir eşyasının kayboluşundan bile üzüntü duyan
insan, geçip giden bir yıl ya da bir ömür için de aynı şeyleri hissediyor mu
dersiniz? Yoksa bu sızıyı hissetmez mi oldu? Alıştı mı hayatın meşgalelerine ve
ard arda günlerin geçişine? Oysa… Geçen günler değil, ömrümüzdür… Ömrümüz
biricik sermayemizdir. Ahh! Nelere üzülür insanoğlu kim bilir, saymakla bitmez.
Beş paraya değmez şeylere kederlenir de akıp giden ömrüne
hiç üzülmez mi? İnsan, yanmaz mı hiç ömrünün mum gibi eriyişine? Ömür; yaşamak
ya da tamamlamak zorunda olduğumuz bir zaman dilimi değildir. Her şey gibi o da
bir emanettir, bilelim! Gün gibi, gece gibi, ay gibi, sene gibi… Her nimet
gibi, ömür de bir emanettir. Hayatımız, “Yaşadım bitti” değildir. Bu hayatı
kendisine kimin verdiğini, göğsünü gere gere söylemektir. “Allah bensiz olur,
amma ben Allah’sız olamam.” diyebilmektir. Yaratanının adını yürekten
söyleyebilmektir, tüm kâinata haykırabilmektir. Hayatını; kendisine o hayatı
verenin, uğruna verebilmektir. Bizi böyle güzel bir dünyaya kimin gönderdiğinin
şuuruna varmaktır. Yaşadığının farkına varmaktır. Bunun için verilmiştir ömür
ve bunun için değerlidir.
Ömür, doğan her gün bizden, kitabından yeni bir sayfa
açmamızı, hayata yeniden doğmamızı ve yeniden başlamamızı bekler. Ömür
dediğimiz nimet, işte bunun için kıymetlidir. Hayatın gayesi, hayatın kendisi
değil, ötesidir, ebedi saadettir. Hayatın amacı, hayatı ve ömrü, onu verenin
yolunda kullanmaktır. İnsan bunu hayat gözünün açılmasıyla değil, kalp gözünün
açılmasıyla görebilir. Ömrün boşa geçmesine izin vermeyelim diye doğar her
gün…Güneş bunun için başımızı okşar ışıklarıyla… Uyanalım, hayat gözümüzü dört
açalım, ömrün o altın dakikalarının kıymetini bilelim diye…
Çevremizde her şey, şefkatli bir ana gibi döner durur.
Yaşadığımızın farkına varalım ve ömrümüzü boş yere heba etmeyelim diye… Bize
ait olmayan lüzumsuz işlerden elimizi çekelim, şöyle bir silkelenip kendimize
gelelim diye bizi ikaz eder. İşte bunu yapabildiğimiz gün, bambaşka bir gün
olacak. Hayat güneşimiz belki o gün doğacak. İşte o sabah her şey değişecek,
ömür de değişecek.
Ömür sermayesiyle her şeyi alabilirsiniz, amma ömrün
kendisini asla satın alamazsınız. Bırakın onu ne bir günü, ne bir saati, ne de
bir anı bile satın alamazsınız. İşte, bunun için değerlidir ömür. Para verip
almadığımız, karşılığında bir şey ödemediğimiz için, kolayca tüketiyoruz onu.
Ömür bize verilen en değerli nimettir. Ama o nimet bizim değil, verenindir.
O’na aittir, emanettir. Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken
yere dörtgen bir şekil çizer. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi
ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizer. Ardından, kendisini meraklı
bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek, bunların ne anlama geldiğini şöyle
açıklar: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir
ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu
arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu
alıp götürür. (Buhârî, Rikâk, 4)
Ahhh! Bir de bu ebedi gerçeği idrak edebilsek… Her an
ölebileceğimiz gerçeğini… Ona göre kendimize çeki düzen versek, ona göre
Allah’a yönelsek… İş hayatında sermayemizi doğru yere yatırdığımızda, nasıl
kazanıyorsak, ömür sermayesini de Allah yoluna harcadığımızda kat kat
kazanacağımızın bilincine bir varabilsek… Her şey çok daha farklı olacaktır. Bu
fani ömrün geçici olduğunu, bu dünyaya sınanmak için geldiğimizi unutmayıp, ona
göre ömrümüzü tüketirsek, bizi gerçek dünyada, birçok güzellikler bekler.
Hayatı, hayatı verenin yoluna harcamaktan daha kârlı,
daha hayırlı bir yatırım şu dünyada ne olabilir ki? Ömrünü güzel yaşayanların
her mevsimi de güzeldir. Sözün özü, insan sonsuz hayatını, niyetiyle ve kısa
ömründeki yaptıklarıyla kazanır. Aman, dikkat edelim, hayatı kaybetmeyelim.
Kaybedilen şeyleri bulmak çok zor…
Allah’a olan sevginin, Resulullah’a olan muhabbetin
kokusuyla uyanmayı nasip etsin bizlere
Rabbimiz… Gelen 2026 giden 2025’ten; ülkemiz, milletimiz ve mazlumlar için daha
hayırlı olsun.
Selam ve dua ile…