Beykoz, sadece sokaklarıyla değil, hafızasıyla da yaşayan bir ilçedir. Yüzyıllardır burada komşuluklar, dostluklar, selamlaşmalar üzerinden şekillenen bir hayat var. İnsanlar evlerini, sofralarını, hatta sırlarını paylaşırken, en çok da bir kavramı yüceltmişlerdir, Beykozlu çatısı altında birleştiren vefa duygusunu…
Bugünlerde sıkça düşündüğüm mesele tam da
budur. Hayatın hangi alanında olursa olsun, insanın sözünde, duruşunda ve yol
arkadaşlığında vefayı öncelemesi çok değerlidir.
Çünkü vefa, yalnızca geçmişte yapılan bir
iyiliğe teşekkür etmek değildir. Aynı zamanda geleceğe güven taşımaktır.
Geleceği inşa ederken, yanımızda her zaman güvenebileceğimiz insanların
olmasını isteriz. Yol arkadaşlarımızı bu kriterlere göre seçeriz.
Bazen şartlar değişir, rüzgâr tersine eser,
dengeler altüst olur. Ama insanın iç sesi, vicdanı hep aynı soruyu fısıldar:
“Bugün verdiğim karar, dün söylediklerimle, yarın yüzüne bakacaklarımla uyumlu
mu?”
Bu sorulara vicdan çerçevesinde olumlu cevap
verenler, yastığa başını rahat koyan insanlardır. Bu hayatta her şey gelip
geçicidir ama bir gün geriye dönüp baktığımızda ardımızda bırakacağımız tek
şey; dostluklara, emeklere, sözlere ne kadar sadık kaldığımızdır.
Beykoz’un tarihi, vefayı unutmuş nice
hikâyelerle doludur. Neler yaşandı, ne dengeler değişti ama bir o kadar da
vefasıyla öne çıkan, yıllar boyu hayırla anılan isimler de Beykoz’dan gelip
geçmiştir.
Tercih bizimdir: Peki Biz, şerle Unutulanlardan
mı yoksa hayırla hatırlananlardan mı olacağız?
Ve şunu unutmamak gerekir: Tarih, vefayı
yazdığı gibi, vefasızlığı da kaydeder. Bugün yaşananlar da şüphesiz yarının
hafızasında yerini alacaktır. Çünkü tarihin sayfaları bir kez daha gösteriyor
ki; vefasızlık da en az vefa kadar iz bırakır.