Bir çocuğun gözyaşı, kalem izinden daha derin iz bırakır. Onlar için her sınav, sadece bir puan yarışı değil; bazen bir annenin duası, bazen de küçücük bir odada yıllarca örülen sessiz çabanın sonucudur. Bu çabanın, kimliği belirsiz eller tarafından hiçe sayılması, sadece eğitim sistemini değil, çocukluğun adalet duygusunu da bozar.
Çünkü çocuklar için “hak” çok somut bir
şeydir. Kalemle çizilen çizginin dışına çıkmamak. Sessizce oturmak. Sıra
arkadaşının defterine bakmamak. Kurala uymak. “Adil ol” dememize gerek yok,
çünkü içlerinde zaten doğuştan gelen bir adalet duygusu taşırlar. İşte biz
yetişkinler, bu hassas teraziyi kendi çıkarlarımızla bozduğumuzda, aslında
sadece bir sınavı değil, bir neslin inancını da çalıyoruz. Ülkem içindeki
çarpıklıkları birçok kez kaleme aldım, bu mevzu herkes gibi beni de derinden
yaraladı. Emek nedir bilen bizim kuşağın, sindirmesi çok zor bir durum. Daha
önce de yaşandı evet, onların da yaraları hepimizin kalbinde duruyor.
Bu yaşta bir çocuğa “hayat adil değildir”
cümlesini yaşatarak öğretmek, bir nevi ruhsal şiddettir. Çünkü çocuk
çalıştığına güvenmek ister. Bilgisine, emeğine ve en çok da sınavın
dürüstlüğüne. Ama sistem, torpil, sızan sorular ya da “bazıları için önceden
hazırlanmış bir sahne” ile işlerse, geriye sadece yorgun çocuklar kalır: Umudu
örselenmiş, içi burkulmuş, “Ben neyi eksik yaptım?” diye kendini suçlayan
milyonlarca ergen çocuklar...
Bu ülkede, hangi görüşten olursak olalım,
ortak bir sözleşmeye ihtiyacımız var. Çocukların hakkına kimse dokunamaz.
Sınavı bozanın aynı zamanda bir adalet katili olduğunu kabul etmeliyiz. Yoksa
gün gelir, dürüst kalmaya çalışan çocuklarımızı “enayilikle” suçlayan bir
toplum oluruz.
Ve şunu unutmayalım. Haksızlıkla elde edilen
başarı, sadece rakamdır. Emeğin ışığıyla parlamayan her başarı, sahte bir
vitrin süsüdür.
Saygılarımla...