Fikir üretmek, sorgulamak, eleştirmek, konuşmak…
Tüm bunlar bireysel hürriyetin, demokratik toplumların ve
insan haklarının vazgeçilmez parçalarıdır.
Peki kazanılmış bu haklardan, neden mahrum olmamızı istiyorlar?
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
19. Maddesi der ki: “Herkesin, kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu
hak, kanaatlerinden ötürü rahatsız edilmemek ve herhangi bir yolla, ülke
sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri araştırmak, elde etmek ve
yaymak özgürlüğünü içerir.” Bu sadece bir madde değil, aynı zamanda bir
toplumun aynasıdır. O aynada ne görüyorsak, o kadar özgürüzdür. Özgürlük,
sizsiniz ve sizin düşüncelerinizdir.
Ancak gelin görün ki, bugün düşünce özgürlüğü kâğıt
üzerinde bir hak, pratikte ise büyük bir mücadele alanı haline geldi. En çok da
bu mücadelenin ön saflarında yer alan gazeteciler için.
Gerçek Gazeteciler, yalnızca haber yazmaz; toplumsal
hafızayı tutar, vicdanı diri tutar. Onların kaleme aldığı her cümle, toplum
adına bir soru sormak, bir gerçeği görünür kılmak için vardır. bu yüzden,
otoritenin rahatsız olduğu düşünceler ilk önce onların kalemlerinde can
bulurken, otorite tarafından bir an da sonsuz bilinmezlikte kayboluyor.
Tutuklu gazeteciler, yalnızca kendi özgürlüklerinden
mahrum kalmaz. Aynı zamanda hepimizin bilgi alma hakkı, şeffaflık talebi ve
demokratik bir toplum özlemi de zedelenir. Çünkü basın özgürlüğü, yalnız
gazetecinin değil, halkın da hakkıdır.
Bir gazeteciyi susturmak, sadece bir kişiyi susturmak
değildir; toplumu karanlığa mahkûm etmektir.
Bugün ifade özgürlüğünü savunmak, sadece gazeteciler için
değil, herkes için bir insanlık görevidir. Çünkü eğer bir gün düşünmek suç
olursa, düşünen herkes birer “sanık” haline gelir.
Ve o gün geldiğinde, kimse ‘Ben sadece sustum’ diyerek
kendini aklayamaz.
Neyit Erkan Şişman