Bundan 4 yıl önce "Beykoz Devlet
Hastanesi Yönetimi Uyuyor mu?" adı
altında bizzat yaşayıp tanık olduğum bir
olayı kaleme almıştım.
Kalça kemiği kırığı sonucu hastaneye gelen
bir kişinin geçmişteki hastalıkları ve tedavileri araştırılmadan sadece o günkü
akciğer filmine bakarak karantinaya atılması...
Verilen kararın hatalı olduğu İki gün sonra anlaşılıp karantinadan
çıkartılması... Kırık ameliyatı için en az 15 gün sonraya gün verilecek olması... Yaşanan tüm aksaklıkları doktorlara söylediğimiz de sanki hastanın kaderi
buymuş gibi "Bu yaştaki insanlar kırık vakalarında zaten uzun süre yaşamıyorlar"
gibi hatalarından daha kötü savunma sözleri sarf etmiş olmaları... vs. vs.
O tarihte gazetede ve sosyal medyada
yayınlanan yazımın altına yüzlerce yorum gelmişti. Bunların içinde beni en çok
etkileyen ve "İyi ki bu yazıyı gazete de yazmışım" dedirten
yorumlardan biri "Siz annenizi daha sonra başka bir hastaneye götürüp
kurtarmışsınız fakat ben babamı maalesef kurtaramadım" olmuştu.
Yazıya başlarken dediğim gibi bu yaşananlar
dört sene önceydi. Şimdi gelelim günümüze…
İçinde bulunduğumuz ay yani Eylül’ün 9’unda
annemin rahatsızlığı için yine 112’yi aradık ve Beykoz sınırları içinde
olduğumuzdan acil ambulansı bizi yine Paşabahçe hastanesine götürdü. Dört sene
öncesi olduğu gibi çoğu gençlerden oluşan ambulans personeli ve hastane acil
servis personeli hasta annemle ilgilenmeleri, sorunun çözümü için uğraşları
yine muhteşemdi. Beni asıl merak ve
tedirgin ettiren konu acil kısmından sonrası üst kata çıktığımızda yani kalıcı
servisteki doktorların tutumları acaba ne olacaktı...
Fakat korktuğum gibi olmadı. Dört sene
öncesine göre dört yıl daha yaşlanmış olan anneme karşı "Bu yaşta ki
hastaların kaderi...." demeden ilk
başta annemin geçmişte geçirdiği rahatsızlıkları ve tedavileri ile ilgili
bizden bilgiler alırken aynı zamanda e-nabız a baktılar. Birden fazla servis
doktoru birbirleri ile iletişim halinde karar vererek annemin acil de çekilen
tomografi ile yetinmeyip önce MR çekildi daha sonra vücudunun birkaç yerinden ultrason
görüntüsü alındı. Bu arada fizik rehabilitasyon servisinden yardım istendi ve
ikinci günden itibaren ilaç ve fiziksel tedaviye başlandı.
Bugün bu yazıyı yazarken hastaneye
geldiğimizin dokuzuncu günü ve kısmetse birkaç gün sonra annem taburcu olacak.
Bu süre zarfında ilk başta dahiliye daha sonra palyatif servisinde birkaç hasta
ve yakınları ile konuşma fırsatım oldu. Gördüğüm kadarıyla hastalar iyileşme
konusunda umutlulardı. Çünkü bulundukları hastanedeki doktorların kendileri ile
ilgilendiklerini ve kaderlerine terk edilmediklerini biliyorlar. Ve bu düşünce bir hasta için en güzel ilaç
olsa gerek.
Geçmişte yani 2000 yılı öncesi doktorları ve
teçhizatı ile İstanbul'un en kaliteli hastanelerinden biri olan ve bir çok
alanda başarılı ameliyatların yapıldığı Beykoz Devlet Hastanesi'nin yine o
parlak dönemlerine doğru adım atıyor olması şahsen bir Beykozlu olarak beni çok
mutlu etti.
İnşallah bu olumlu değişim devam eder ve
kalıcı olur. Aldıkları eğitimi ve ettikleri Hipokrat yemini unutmayan,
geleceğimize umut veren doktorlarımız ve yönetimler sayesinde hiç kimse
sevdiklerini ihmal ve çarpıtılmış kader anlayışı yüzünden kaybetmez.
Bana zaman ayırdığınız için teşekkür eder
sevdikleriniz ile birlikte sağlıklı günler dilerim.
TEŞEKKÜR
Çocukluğumdan bu güne kadar gördüğüm bir
durum var ki Devlet Hastanelerinde görev yapan doktorların çoğunluğu hasta veya
yakınları ile konuşurken yüzlerinin gülümseme kasları felçli gibi bakıp sanki
lütuf gibi konuşurlar. Fakat hastanede
kaldığımız sürede bu çoğunluğa uymayan, yüzlerinin kasları normal insanlar gibi
işleyen, hasta ve yakınları ile diyaloğu normal insanlar gibi yapan, gereken
bilgileri vermekten kaçmayan, kısacası Hipokrat yeminin hakkını veren bir
doktoru tanıma ve gözleme fırsatım oldu. Beykoz Devlet Hastanesi Palyatif
servisinin doktorluğunu yapan Dr. Emine Pakır. Kendisine sadece şahsım adına
değil bir Beykozlu olarak teşekkürü borç bilirim. Yolunuz açık olsun.