Bu ay ki köşe yazıma geçmiş dönemde
yaşanan bir olayı sizlere hatırlatarak başlayacağım. Hatırlatarak diyorum çünkü
bu ülkede yaşayan ve şu an yaşı 40 üzerinde olan herkesin hatırlayacağına
eminim. Tarih 19 Şubat 2001, günlerden Çarşamba. Zamanın hükümetini oluşturan
üç partinin (DSP, ANAP, MHP) liderleri
ve bakanların katıldığı Millî Güvenlik Kurulu’ndan sonra sanırım saat 11:00
civarında Bülent Ecevit, Başbakanlık konutunda televizyon kanallarının naklen
yayınladığı basın açıklaması yapar. Basın açıklamasının konusu; kendisinin de
katıldığı Millî Güvenlik Kurulu’nda dönemin Cumhurbaşkanı tarafından şahsına
yapılan nezaket dışı hareket ve kendisinin toplantıyı terk etmesiyle ilgiliydi.
Küresel ölçekte Asya mali krizi ile
Rusya ekonomik krizinden etkilenen, üstüne 1999 Gölcük depremi de eklenince
ekonomik olarak zor durumda kalan ve siyasi ekonomi dengeleri tutturmaya
çalışan Türkiye için bu konuşma tarihin en büyük krizin fitilini ateşlemek için
yetmişti. Tarih sayfasına 'anayasa kitapçığı fırlatma krizi' olarak geçen
bu kısa konuşmadan sonra ekonomi, sosyal hayat ve siyasette gerginliği
beraberinde getirdi. Dolayısıyla ülkeye ve millete faturası da ağır olmuştu.
Hep merak etmişimdir. Ecevit gibi tecrübeli siyasi bir lider bu konuşmasının
yol açacağı krizi önceden nasıl olur da öngöremedi. Diyelim ki kendisi
alınganlık, üzüntü, kızgınlık gibi insani duygulara esir oldu, peki yanında ki
danışmanları yol arkadaşları hiç mi kendisini uyarmayı görev bilmediler. Veya
böyle bir konuşma yapması için ikna mı edildi.
Elbette ki bunun cevabını bilemiyorum
fakat bildiğim ve çok net olan bir son var ki o da bu olaydan sonra Türkiye
erken seçime gitti ve millet, hükümet ortağı siyasi partilerini sandığa
dolayısı tarihe hazin bir şekilde gömerek kendilerine faturayı iade etmiş oldu.
Bu olayı niye mi anlattım?
İçinde bulunduğumuz ay yani 3 Mart'ta
Meral Akşener'in yaptığı basın toplantısını dinlediğim an otomatik olarak 22
yıl öncesine gittim. Ve "Eyvah!" dedim. Elbette ki Meral Hanım istekleri
doğrultusunda haklı olabilir. "Biz aday konusunda anlaşamadık ve parti
olarak kendi adayımızı çıkarmaktan başka
çaremiz kalmadı." diyebilir. Fakat yıllardır ekonomik krizlerden mağdur
olan, doğal afetlerin ortaya çıkardığı "yönetim afetleri" ile canı
yanan, umutları hayalleri can çekişen ve siyasi liderlerin hakarete varan hatta
"Bizden isen vatansever, değilsen hainsin" gibi dini ve milliyetçi
söylemlerinden bıkan Türk halkının çoğunluğu için umut olan Millet İttifakı’nın
bu türlü sert, yıkıcı söylemlerle çatlak vermiş olması elbette ki halk üzerinde
ki güven etkisi kötü olacaktı.
Neyse ki bu ittifak krizi, lider
sağduyusu içerisinde millet adına, ülkemize aydınlık günlerin gelmesi umudu ile
Meral hanımın masaya geri dönmesi ile aşılmış oldu. Bu krizden Millet
İttifakı’nı oluşturan partilerden hangisi kârlı veya zararlı çıktı? Hangi
lidere yaradı? Elbette ki bunu zaman gösterecektir. Benim için önemli olan
Türkiye Cumhuriyeti ve halk için resmin bütünü. Ve asıl olan şu ki; Bir yılı aşkın üzerinde çalışılan, 'Millet
ittifakı Ortak Politikalar Mutabakat Metni' ve son olarak 'Yol Haritası' adı
altında 12 maddede ortak payda da buluşarak özgür irade ile imza atan altı
parti liderlerine büyük sorumluluklar düşüyor. Bundan sonra hangi lider veya
parti sözcüleri olursa olsun!. (hele hele özelikle iktidar olduktan sonra) bu
türlü kriz çıkardığı ve milletin umut ışığına gölge düşürdüğü anda 22 sene
öncesi olduğu gibi halkın cevabı sandıkta ağır olması hiç de sürpriz
olmayacaktır!
14 Mayıs'ta yapılacak seçimlerin
Türkiye Cumhuriyeti ve Milletimiz için hayırlara vesile olması dileğiyle, bana
zaman ayırdığınız için teşekkür ederim…