ÜMİTLENDİK…
UEFA
kupasının ülkemize gelmesi, A Milli takımımızın dünya kupasında üçüncü olmasının
ardından Türk futbolundan ziyadesi ile ümitlenmemiz çok doğaldı. Her iki
başarılı süreci yaşayan hocalarında Türk olması bir başka övünç meselesiydi. 80
ihtilalinin ardından, rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın Başbakanlık
dönemi ile başlayan spor tesisleri ve statlardaki yenilenmenin itici gücünü de
yadsıyamayız.
Ve tabi ki
ülkemize gelen dünyaca ünlü teknik direktör, Alman Juup Derwall’in çim saha
konusundaki hassasiyeti ve spor camiasını hareketlendiren olumlu çalışmaları da
spor alanlarındaki gelişmelerin lokomotifi gibiydi.
90’lı
yıllarda başarıya susamış genç yetenekleri de biraz üstüne koyunca, dünya
futbolunu gıpta ile izleyen Türk halkı ve aileler, geçmişte, top oynayan
çocuklarına çeşitli nedenlerle engel olmaktan geri durdular.
SÜREÇ
YÖNETMEK…
Gel gelelim
Türk futbol tarihine altın harflerle yazılan bu şampiyonlukları olmasa da o
platformlarda olmayı alışkanlık haline getirebilmekte başka alanda başarılı
olmayı gerektiriyordu!! O da ekonomiyi iyi yönetmekle ilgili idi…
En
tehlikeli an “Ben oldum!!” dendiği andı...
Başarı
çıtası ,Türkiye’de şampiyonluk olmaktan çıkmayan takımlarımızın, spor alanında
yeteneksiz ve amatör yöneticileri, elde edilen başarının kulüplerine maddi
olarak katkı sağlayacak projeler geliştirmedikleri gibi çalıştıkları takımları
kemiren, menajerler ve komisyoncularla iş tutunca, Dernekler yasasının, sorumsuzluk!!
Yanlışına yaslanarak kulüpleri borçlandırmaya başladılar!! Maalesef spor
yöneticileri de bunları seyrettiler.
ENDÜSTRİYEL
FUTBOL...
Dünya
futboluna entegre olmuş Türkiye, yenilenen sahaları, ödediği paranın vergisinin
tamamını da kulüplerin üstlenmeleri ile yabancı futbolcuların, futbol yaşamlarındaki
son durağı oluyordu. Özellikle, süper lig takımları olmak üzere, futbol ile
yatıp futbol ile uyanan, bu güzel oyuna adeta aşık insanların yaşadığı bu
ülkede hemen her kapıyı açmanın, en ulaşılmaza ulaşmanın en kolay yolu olan
Kulüp Başkanlığı ve yöneticiliği, biraz parası olanların iştahını kabartıyordu.
Yabancı
futbolcunun serbest kalması ile birlikte, iyisinin az, vasatınınsa çok olduğu, Türk
gençlerinin geri planda bırakıldığı 2000’li yıllar yaşanmaya başladı. Ülkeler,
dünya futboluna yıldızlar armağan ederken, genç
ve kalabalık nüfusumuz ile övünen bizler bir zamanların dünya 3.sü Milli
takımımız için Avrupa’da yaşayan Türk
çocuklarının bizi tercih etmeleri için gözlerinin içine bakar olduk..!!
Hatta, en
kariyerli teknik adamımızı ikna turlarında gördüğümüz de oldu.!!
TFF
Ne yazık
ki, her alanda yaşadığımız sistemsizlik ve liyakatsizliğe çare bulması gereken
kurum olan TFF bu konularda hep zayıf kaldı. Başarıları sahiplenen, adam ve
kulüp kayıran, hakem yönlendiren, futbolun sahada değil de masalarda
oynanmasına vesile olan yöneticiler gördükten sonra, rahmetli Başkan Hasan
DOĞAN ile başlayan Özek Türkiye Futbol Federasyonu sevdamız çok uzun
sürmedi..!! çok kısa kaldığı görevde spor kamuoyuna, Ümit ışığı yakan başkanı
kucağına alan kara toprak!! Türk futbolunu yine makûs talihi ile baş başa
bırakıyordu…
Sonuç
ortada…
Sık sık
değişen Yönetim kurumları ve kurulları, güven vermeyen ümit vadetmeyen, hatta her
kademesi ile siyasete bulaşan isimler, spor
kamuoyuna bol bol malzeme vermek ve gündem oluşturmaktan başka bir şey yapamaz
hale geldiler..
Spor
yasasına rağmen..!!
TEKNİK
ADAMLAR…
Bu alanda
herkes günahkar da, teknik adamlar ve antrenörler günahsız mı !?
Asla… Her şeyden
evvel dik durmayı ve meslektaşlarına saygı duymayı beceremeyen bir çok
çalıştırıcı var. Yöneticilere yaslanan, futbolcu kayıran, çalışan meslektaşının
altını oyan!! Yerine geçmek için gerek basın dünyasında gerekse sosyal medyada
algı operasyonlarını harekete geçiren teknik adamlar…
Devamı
gelecek sayıda…