Allah’ın zatına kulluk için yarattığı insanoğlunun
hayatı, iki önemli devrede cereyan etmektedir. Bunun ilk devresi Dünya hayatı
diye isimlendirdiğimiz dönemdir. Diğeri ise Ahirettir.
Mümin kişi, hayatı bu iki dönemiyle görüp tanıyan ve buna
göre ömür süren bir inancın sahibidir. Bu inanç, dünya yaşantısını bir imtihan;
ahireti de bu sınavın sonucunun yansıması olarak değerlendirir. Mümin,
hayatının ilk döneminde ne yaparsa, hattâ bu zerre kadar bile olsa, onun
karşılığını hayatının son bölümü olan ahirette kesinlikle göreceğine inanır. Bu
bölüm yani ahiret, artık sonu olmayan ya bir cennet hayatıdır ya da cehennem
yaşantısıdır.
Müslüman; bu inanç ve şuura teslim olmuş kişidir. İşte bu
inanç ve şuurdur ki insanı; hayatının sonuna göre hazırlanmaya, ömrünü, ölüm
sonrası ölümsüz olan hayata göre düzenlemeye sevk eder. Hz. Ebûbekir (r.a.)
insanlara șöyle bir ikazda bulunur:
“Ey Allah’ın kulu! Mezarı kendine değil, kendini mezara
hazırla!”der. Yine bu hazırlık, bir hasep ve nesep meselesi yani şunlardan veya
bunlardan olmak tercihi de değildir. Hz. Fatıma (r.a.) vefat ettiği zaman,
cenazesini dört kişi alıp götürür. Götürenler; Hz. Ali (r.a.) ve iki oğlu, bir
de Ebû Zerr’il Gıfâri (r.a)’dir. Kabre vardıklarında Ebû Zer ayağa kalkıp; “Ey
kabir! Sen bu getirdiğimizin kim olduğunu biliyor musun? Bu Nebî’nin (a.s.)
mübarek kızı Fatıma’dır, Hz. Ali’nin hanımı Fatımet’üz Zehradır, Hasan ve
Hüseyin’in anneleridir” dediğinde kabirden bir ses işitilir. Bu ses;
“Kabirler hasep ve nesep yeri değildir. Ancak amel-i
salih yeridir. Ben de ancak hayrı çok olan, kalbi selim ve ameli halis olan
necat bulur yani kurtulur” demektedir. Bu hususta Kâinatın Efendisi de şöyle
ikaz etmişlerdir: Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Sadece sizin
kalplerinize ve amellerinize bakar.”
İşte ahirete hazırlık; bugün burada, orada elde kalacak
şeyleri kazanabilmektir. Dünyada elde edilen değerleri öteye taşıyabilmektir.
Dünya nimetlerini, Cennet meyvelerine dönüştürebilmektir. Dünyadaki çalışıp
çabalamalarla, ahiretin Cennetini imar edebilmektir. Dünyada yaptığımız
ibadetlerle, ișlediğimiz güzel âmellerle Cennette köşkümüzü hazırlamaktır.
Kısaca, ahirete hazırlık; dünyada cennet ve cehennemin
varlığını hissederek hayat sürebilmek ve davranışlarımızı ona göre
yönlendirebilmektir. Şu tablo ne kadar manidardır: Allah Râsûl'ü karşısındaki
sahabiye sordu: -“Nasıl sabahladın Ya Hâris?"
-"Gerçek mümin olarak sabahladım Ya
Râsûlallah!" diye cevap verdi.
Efendimiz yine sordu:
-"Ne söylediğinin farkında mısın? Hele iyi bir düşün
(Ya Hâris!). Her şeyin (özünü yansıtan) bir hakikati vardır. Sen ‘Gerçek mümin
olarak sabahladım’ dediğine göre senin imanının hakikati nedir?"
Haris: -"Ya Râsûlallah! Dünya benim için cazibesini
yitirdi. Ona ait hiçbir ihtirasım yok. Gecemi ibâdetle uykusuz, gündüzümü
oruçla susuz geçirdim. Apaçık bir şekilde Rabbimin arşına bakar gibiyim. Cennet
sakinlerini, birbirlerini ziyaret ederken görür gibi oluyorum. Cehennemlikleri
görür ve Cehennemin içinde kopardıkları feryadı da işitir gibiyim."
Aldığı cevaplardan sonra Allah Râsûlü:
-"Ya Hâris! Gerçeği bildin, özü kavradın. Bu halin
üzerinde devam et, buyurdu ve bu sözlerini üç defa tekrarladı.”
Ne mutlu, imanının bilincine ulaşarak, dünyalarını cennet
tarlası kılabilenlere!
Ve ne yazık ki, hayat nimetini cehennem çukuruna
dönüştürenlere!
Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
NECİP FAZIL KISAKÜREK