Peygamber
aleyhi salatü vesselam halkını bir vadiye toplayıp onlara dedi ki: “Beni nasıl
bilirsiniz? Dürüst, temiz, ahlaklı, güvenilir biri mi? Yoksa yalancı, sahtekâr,
ikiyüzlü, karaktersiz biri mi? O
toplulukta bulunan en azılı düşmanları dahil; “Vallahi biz seni çocukluğundan
beri güzel ahlak, iffet, haya sahibi, el emin, güvenilir biri olarak biliriz.
Bu konuda hepimiz şahitlik ederiz” dediler. Hz. Muhammed Mustafa aleyhi salatü
vesselam onlara dedi ki:
“Ben size
bu tepenin ardından, bize doğru bir ordu yaklaşmakta dersem, ne yaparsınız?” En
azılı düşmanları dahil; “Vallahi hepimiz koşar, kılıçları kuşanıp, çatışmaya
hazır hale geliriz” dediler. Bu kez Hz. Muhammed Mustafa aleyhi salatü vesselam
buyurdular ki: “Ey Allah'ın kulları, bu dünya ile ilgili bana bu şekilde
güvenip inanmış olduğunuz gibi; niçin önümüzdeki çetin ahiret hesap günü için,
Allah'ın kesin vaadi olan mahkeme-i Kübra için, Sırat için, mizan için, cennet
için; neden hazırlık yapın dediğimde kaçıyor, her şeyi yoktan var eden Allah'ın
emrinden yüz çeviriyor, kendinizi sonsuz ateş azabına karşı Allah'a sığınmıyor,
emir yasaklarına uymuyor, sonsuz ahiret saadeti için hazırlık yapmıyorsunuz?”
diye buyurunca;
O
kalabalıktaki azgınlar ahiret konusu geçince “bizi bu saçmalıklar için mi
buraya topladın yine” diyerek şeytanın karargahı haline gelmiş nefislerine
uyarak, Allah Râsulüne hakaret ederek oradan ayrıldılar. Çünkü nefsini aklının
önüne perde yapanlar, kalpleri Allah sevgisi ile asla mutmain olmazlar.
Allah
Müslüman fakirlerin geçimini, Müslüman zenginlerin üzerine farz kılmıştır. Her
iki taraf ta helal rızık peşinde koştuğu halde, geçinmekte güçlük çeken fakir
mümine, zengin mümin zekât vererek katkıda bulunur. Gerçek müminler zekât
vermede asla cimrilik etmezler. Çünkü Allah'ın vaadi olan ayet-i kerimelerine
şeksiz, şüphesiz iman ederler. Çünkü ayet-i kerimede Allah; “"Namazı
kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın
katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız
görür." (el-Bakara, 110)
Hâl böyle
iken zekât vermede geri kalır mı Müslüman? Vallahi zekâtını zorla ve yalvara
yalvara verir. Çünkü duymuştur, bilir “veren el, alan elden hayırlıdır”
(Müslim, Zekât 94-94-97, 106, 124) buyurmuştur, Allah Râsulü Hz. Muhammed
Mustafa aleyhi salatü vesselam… Oruçlu iken ağzımızın tadı değişir, nahoş bir
koku oluşur. Ailen bile o ağız kokusundan rahatsız iken, Allah ne buyuruyor: “O oruçlunun ağız kokusu benim yanımda misk
kokusundan daha güzeldir.” (Ebû Hureyre -radıyallahu anh-)
Allah
buyuruyor; “Adem oğlunun her ibadeti, kendi iyiliği içindir. Ancak ramazan orucu
tutanlar benim rızamı umarlar ki, ben bu ayda hakkıyla oruç tutup nefsini
ıslahı terbiye edenleri af ve mağfiret ederim.”[Sahih Hadis] - [Buhârî rivayet
etmiştir - Muttefekun Aleyh] Kanser olduğunuzu fark ederek, ağır hasta olarak
koştuğunuz hastanede, bir doktor ‘bir şeyin yok, çok iyisin, sağlamsın, bin yıl
yaşarsın’ diyerek; cahilce sizi geri gönderip erken tanı ile iyileşmenizi
engeller. Böyle bir doktora mı teşekkür edersiniz? Yoksa ‘aman kardeşim iyi ki
geldin, kanser tüm vücuda sirayet etmeden önüne geçeceğiz. Kanserli hücreleri
şu yolu izleyerek, vücuttan söküp atacağız inşaAllah” diyen doktoru mu sever,
dinler, söylediklerine kulak verirsiniz? Konu anlaşılmış ise; Allah biz ölmeden,
cehenneme kütük olarak düşmeden önce, hemen uyanmamızı istiyor. Öyleyse en
büyük teşekkür Allah’a olmalı ve onun dosdoğru yoluna sımsıkı sarılmalı…
“Şüphesiz
Allah, takvalı olanlar ve iyi kimselerin yanındadır. Allah takvâ sahipleriyle,
iyilik yapan ve iyi kulluk edenlerle beraberdir. Hiç kuşkusuz, Allah,
sakınanlar ve güzel düşünüp güzel iş yapanlarla beraberdir.” (Nahl Sûresi, 128.
Ayet)
Kulun
ulaşabileceği en yüksek derece, Allah’ın beraberliğine erişmektir. Allah’ın
kuluyla beraber oluşu, rahmeti, ihsanı ve onlara lütfettiği manevî mertebelere
erişmek temennisiyle…
Selam ve
dua ile…