Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 84. yılını geride bıraktığımız bir 10 Kasım’ın ardından Atatürk’ün kıymetlisi Savarona ile ilgili bir tesadüfen şahit olup dinlediğim bir yaşanmışlık hikâyesi anlatacağım.
Bundan 6
yıl önce sabah, her zamanki gibi işe gidiyordum. Az sonra yüreğime dokunan, iki
damla yaşını göz pınarlarıma hücum ettiren, aynı zamanda gururla ve tüm gün
yüzümde gülümsemeye neden olacak bir hikâye dinleyeceğimden habersizdim.
Benimle birlikte 80’li yaşlarda olduğunu düşündüğüm aksakallı, beyaz tenli, başında kasketi, elinde bastonu
ile nur yüzlü bir amca durakta benim gibi araç beklemekteydi. İçimden ne kadar
nur yüzlü olduğunu düşünürken, bir anda amcanın bana saati sorması ile sohbete
başladık. Kendisi de bizim semttenmiş. Bana kimlerden olduğumu sordu. Bizim
buralarda Keten Kendir Fabrikası meşhurdur. Semtimizdeki pek çok kapanan gibi
şimdilerde ıssız ve sessiz bu fabrika semtteki çoğu insan için ekmek kapısı
olmuş, çoğu kişi buradan emeklilik hakkı kazanmıştı. Kendisi de bu fabrikada
çalışmış. Bu semtteki çoğu çocuğun babası gibi benim babam da Keten Kendir
Fabrikasında çalışmıştı. İsmimi ve kimlerden olduğumu söyleyince babamı
hatırladı ve beraber çalıştıklarını söyledi. Babamı özlediğimi hissettim.
Burnumum direği sızladı. Ölümün ardından 11 sene geçmiş olsa bile yara küçücük
bir dokunma ile kanayabiliyordu. İsminin Hüseyin olduğunu söyledi. Ben
hafızasının olukça iyi olduğunu düşünürken, Savarona’da askerlik yaptığını
söyledi. Kendisine “hiç özel bir anısınız var mı?” diye
sordum. Gülümsedi. Ve anlatmaya başladı.
1951’de
askerliğimi Deniz Kuvvetlerinde Savarona’da yaptım. Bu sürede Adanan Menderes’i
de tanıma fırsatım oldu. O yıllarda Hükümet Savarona’yı Deniz Kuvvetlerine
Eğitim Gemisi olarak vermişti. Bir taraftan askerliğimizi yaparken diğer
taraftan da eğitim gemisi olarak Akdeniz sularında sefer yapıyorduk.
Seferlerden birinde Yunanistan kıyılarına geldiğimiz zamanlarda Yunan kızları
“Mustafa Kemal’in Askerleri” diye sıcak
karşılamalarda bulunurdular. O sırada kısa bir sürede de olsa Eleni’yi Mustafa
Kemal’in Askeri olarak tanıma fırsatım oldu.
Birbirimizi çok sevdik. Uzun süre askerliğim bitirdikten sonra da
mektupla birbirimizden haber aldık. Ama o dönem ve şartlar gereği bir araya
gelmemize imkân müsait değildi. Onu her daim kalbimin en güzel yerinde
sakladım. İdeolojiler ve Yönetimler zaman zaman aynı düşüncede olmasa da
halklar hep kardeştir. Bir süre mektuplaştıktan ondan bir daha haber
alamadım. Sonra tabi benimde evlenme
yaşım gelmişti. Ailem beni evlendirdi. Şimdilerde artık torun torba sahibi bir
dede oldum. Ama Eleni’yi hiç unutmadım. Bir an gözleri hüzünle daldı. Bende
kendimi o anın hüznü içinde hissettim. Sabah kalktığımda işe gitme telaşı
içinde tesadüfi yakaladığım bu an beni de deriden etkilemişti. Yüzümde o anın
hüznü ve aynı zamanda yumuşak da bir tebessüm vardı. Tabi ki yüzümdeki bu tebessümün nedeni şeker
mi? şeker Hüseyin Amcaydı. Bu sohbet hiç bitmesin istedim. Onun anılarını yazmayı ne çok isterdim. Fakat zamanın
akışında işe gitmem gerekiyordu ve aracın
gelmesi ile sohbetimizi noktalanmak zorunda kaldık." Hüseyin Amacım bu
anıları yazıyor musun?" dedim. "Evet, kendimi bildim bileli "
dedi. Gurur duydum onunla. “Sen hep yaz onlar çok değerli ve çocuklarına bırak”
dedim. Vedalaştık. "Allaha emanet ol" dedi. Bende "Asıl sen
Allaha emanet ol. Çünkü çok değerlisin" dedim. Umarım çocukların onların
değerini ve senin kıymetini bilir. Sende daha ne kadar çok anı ve ne kadar
güzel anekdot vardır kim bilir? O günden sonra epey bir süre acaba onu tekrar
görür müyüm? Diye hep gözlerim aradı. Ama onu bir daha hiç görmedim. Epey bir
müddet Savarona’ nın hikâyesini düşündüm. Hayatına kıyısından köşesinden den
değen herkese hep hüzün getirmiş. Baktım da Savarona’nın ve ona değenlerin
kaderi diye düşündüm. Acaba daha kaç tane Savarona içine sığan hüzün hikâyesi
vardır diye düşündüm onlara yıl boyu… Gözlerinize hüznün gölgesi hiç düşmesin…
Sevgiyle kalın.