Virüsle
mücadele ile geçen yıllarımızı başımıza gelmiş en büyük dert olarak görüp,
evlerde kaldığımız süre zarfında sürekli eleştirilerde bulunuyorduk. Neden hala
yasaklar var diyerek, denizi, ormanı, hatta önce AVM’leri nasıl doldurduğumuzu
hatırlar gibiyim.
Maalesef
sıkıntılar bu kadarla kalmayacakmış önce orman yangınlarıyla yüreğimiz ağzımıza
geldi. Terör saldırısı şüphesi içimizi yedi bitirdi. Bazı görüntüler de aynı
süreçte basına servis edildi. Doğruluğuyla alakalı net bilgi verilmedi, terör
şüphesi var denildi. Sonrası çok daha vahim sahnelere şahit olduk. Günlerce
yandı yüreklerimiz, çaresini bulamadık, meğer koskoca Türkiye’nin yangın
söndürme uçağı yokmuş, kiralıkmış…
Türkiye’nin
dağından, suyundan, ormanlarından, denizinden, gölünden ve nicesinden turizm
geliri altında para kazanacaksın ama iş bu dağa, taşa, denize yatırıma geldi
mi, üç maymunu oynayacaksın. Yazıktır günahtır bu bütünüyle vebaldir.
Türkiye ile eş
zamanda dünyanın birçok bölgesinde yangınlar çıktı, fakat herkes kendi
uçaklarıyla ilk müdahaleyi yaparken, bizler yetersiz kaldık ve bunu tüm dünya
gördü.
Aşıyla
imtihanımız, doğal afetlerle imtihanımız bitmek bilmedi, gelin görün ki karnemiz
pekte iyi değil açıkçası...
Yangınlara
müdahale noktasında yeni uçak alımlarıyla ilgili adımlar atılsa da maalesef
yanan hayvanlarımız, ormanlarımız, evlerimiz geri gelmiyor sonrası için… derken
geçen gün Heybeliada yangınıyla bir kez daha içimiz yandı.
Karadeniz’de
meydana gelen sel olayları, yine yakın zaman da Kars, Erzurum havzasında
meydana gelen sel olayları, doğanın bize çığlığı değil de ne sizce?
Gözümüzün
görebildiğine ev ve yapılanma var, dağları delip hesler gölleri aşıp evler
yaptık. Duyun sesini doğanın, iklim dengelerini bozduk, sıcaktan kavrulduk bu
yaz, kışın da ayni sertlikte geçeceği söyleniyor, daha büyük felaketlere hazır
olmamak için artık biraz durup düşünme vaktimizin geldiğine inanıyorum.