Bereket, az
malın çok faydası olması, çok işe yaraması demektir. Az bir mal, bereketli
olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar.
Bereket;
kişinin iktisadına, cömertliğine, hürmetine, merhametine, ibadetine, takvasına,
misafirperverliğine, isar hasletine ve iyi ahlâkına ahiretteki sevabı
eksiltmeksizin gelen ilâhî bir lütuftur. Tabir caizse, bir nev’î promosyondur.
Zamanını
oturmakla, yatmakla geçirmeyen; aksine sürekli çalışan, çabalayan insanların
bulunduğu yerde mutluluk, başarı ve zenginlik de olur. Her kul, çalıştığının
karşılığını mutlaka alır. Allah çalışanın ürettiği her şeye bereketini verir.
Emek ve çaba ile üretilen her şey hem daha güzel, hem de daha verimli ve
bereketli olur. Çünkü hareketin olduğu yerde, emeğin olduğu yerde bereket
vardır, zenginlik vardır. Dinimizde de çalışmaya çok önem verilmiştir.
"Sakın oturduğunuz yerden "Allah'ım rızkımı ver, deyip durmayın!
Gökten ne altın yağar, ne de gümüş.''
A‘râf
Sûresinin 96. âyetinde ise iman ve takvâ sahibi toplumlara gökten ve yerden
bereket kapıları açılacağı, insanların başına gelen felâketlerin ise onların
tuttuğu kötü yol sebebiyle olduğu açıklanmıştır. Bu âyetin tefsiri yapılırken
gökten ve yerden gelecek bereketler, yağmurun yağması ve toprağın verimli
kılınmasıyla mahsul ve gelirin çoğalması, bolluk ve hayrın yaygınlaşması,
madenler, dağlar, denizler, göller ve akarsulardan faydalanılması; böylece
nimet, refah ve saadetin artması şeklinde yorumlanmaktadır.
Müslüman
Türkler’in dinî kültüründe de bereket kavramının ayrı bir yeri vardır.
Alışverişte satıcının “Allah bereket versin” demesi, yemek üzerine varanın
“Bereketli olsun” temennisinde bulunması, darlık, kıtlık, kuraklık zamanlarında
“Betbereket kesildi”, “Bereket kalktı” şeklindeki ifadeler buna örnek olarak
gösterilebilir.
Atalarımızdan
duyduğumuz bir cümle vardır; “Allah, Halil İbrahim Bereketi versin.” Ne zaman
bir sofrayı paylaşsak birileriyle, bu cümle mutlaka geçer. Peki arkasında ne
vardır bu cümlenin? Hikâyesi nedir? Hiç düşündünüz mü?
Vaktiyle
birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil, küçüğü ise İbrahim...
Halil evli, çocuklu, İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki
kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş…
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya.
Halil, bir teklif yapmış:
İbrahim
kardeşim; ben gidip çuvalları getireyim, sen buğdayı bekle.
Peki, abi,
demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye...
O gidince,
düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine böyle
demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra
Halil çıkagelmiş. ‘Haydi, İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara’ ‘Peki
abi,’ demiş İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşmüş yola.
O gidince,
Halil düşünür bu defa: Der ki:
‘Çok şükür,
ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp,
para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.’ Böyle düşünerek, kendi payından atar
onunkine birkaç kürek.
Velhasıl,
biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine...
Bu, böyle
sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet
akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor
bile. Hak Teâlâ bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına
bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş,
bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar
ambarları. Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin
adı: ‘Halil İbrahim’ bereketidir.
Allah
kendisinden önce başkasının ihtiyaçlarını düşünen herkese, Halil İbrahim
bereketi versin.
Selam ve
Dua ile…
- Hacı ARICI -