Adalet insanların bir arada yaşamasını sağlayan temel
olgulardan bir tanesidir. Adaletin olduğu yerde huzur ve mutluluk vardır.
Adaletin sağlanamadığı yerde ise kaos ve kargaşa oluşur. Çünkü insanlar hak,
adalet ve eşitliğin olmadığına inanır ise kendi adaletini kendileri sağlamaya
çalışır. Sonuç olarak bütün toplum düzeni bozulur.
“Neden bugün, Ümmet bu durumda?” demenin cevabı bu yazıdaki
kıssada gizli… Günümüzde yașayan, “Müslümanım” diyen tüm Müslümanların adil ve
güvenilir olmadığı içindir.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam Valisi olan ve Hz.
Peygamber (S.A.V.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki
bir camiyi genişletmek ister.
Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır.
Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak
Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali
arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının
kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve
bedelini adama gönderir.
Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini
anlatır, sızlanır. “Bana zulmedildi” der. Müslüman vatandaş ta kendisine,
“Medine’ye git, orada halife Hz. Ömer vardır, derdini ona anlat. Hz. Ömer, son
derece adildir, elbette seni dinler” der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar.
Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır, halifeyi sorar. Vatandaşlar bir
hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. “İşte halife bu
zattır” derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur,
derdini anlatır, Hz. Ömer adamı dinler ve Valiye; bulduğu bir deri veya kemik
parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az
adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle, ama içinde ne manâlar gizli…
Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır, ama yolda giderken de kendi
kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları
yerdeki ihtişam ve debdebe nerede, Medine’deki halifede bulunan tevazû nerede.
Şam’dakiler şu mütevazî halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi
kendine böyle konuşur ve sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek te istemez.
Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, “madem ki yorulup ta
oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi Valiye vereyim” der.
Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.
“Medine’deki halifenin size mesajıdır” der. Vali deri
parçasında yazılı cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden
kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; “arsanız size geri
verilmiştir.”
Yahudi vatandaş hayret eder, șaşırır. Bir tek cümlenin valiyi
bu kadar sarsacağını hiç tahmin etmemiştir. Merak ve dehşet içinde sorar.
“Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır
mısınız?” der.
Şam Valisi Hz. Sad, “bak der, sana bu cümlenin hikayesini
anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın” der ve bașlar
anlatmaya:
“İslamiyetten önce, ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran
taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık, İran’a vardık.
Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el
koydu. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da
kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın
sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi, bize yardım etti. Sonra da;
‘gidip Krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder’
dedi. Biz de sabahleyin Kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir
mütercim, Krala tercüme etti. Kral Nuşirevan, dikkatle dinledikten sonra her
birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de,
‘memleketinize dönün’ dedi.
Biz tekrar Han’a geri döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok ta
memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince, son derece üzüldü ve ‘burada bir
hata var’ dedi. ‘Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım’
teklifinde bulundu. Biz de gittik, Huzura çıktık.
Hancı durumu Kral Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan
kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik,
Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.
Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra
ayağa kalktı, her birimize ikişer kese altın verdi. ‘Akşama kadar develeriniz
gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin’ dedi. ‘Ama giderken
biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın’ talimatını verdi.
Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.
Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için
hancıya sorduk. ‘Neler oluyor’ dedik. Hancı şöyle dedi: ‘Sizin develerinize el
koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar,
garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu
anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece Kralın
oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip, durumu anlatınca Nuşirevan bu
oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele
yarın olsun anlarız’ dedi”
Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor:
“Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki
kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum
‘kim bunlar ve suçları ne?’ diye. Dediler ki, ‘bunlardan biri Nuşirevan’ın
büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar.
Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir.’ Nuşirevan kendi öz
oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise; bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme
ederek, Kralın oğlunu korumaya çalışan mütercimin asılı olduğunu gördük.
İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine
“Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu
hatırlatıyor. Halkına zulmedersen, seni darağacına çekerim.
Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun
gözyaşına bakmadığı gibi, diyor. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?”
Bu hadiseyi birebir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını
hibe eder, hem de İslam’a girer.
Adalet; hakedene, hakkettiğini, hakkettiği șekilde vermektir.
Biz insanlar olarak hakkı ve adaleti hayatımız boyunca göz
önünde bulundurmalı ve buna göre davranmalıyız. Kimsenin hakkını gasp
etmemeliyiz. Her zaman doğruların ve gerçeklerin tarafında olmalıyız.
Adaletsizliğe karşı sesimizi yükseltmeli ve karşı koymalıyız. Adaletin olduğu
toplumlarda insan güven içinde yaşar. Çünkü kimsenin kendilerine karşı
adaletsizlik yapmayacağını, aksi bir durum olur ise hukuk sisteminin kendi
haklarını koruyacağını bilir. Güçsüzü güçlüye, fakiri zengine karşı koruyan
eşitlik ve adalettir.
Sonuç olarak, güzel bir yaşam, mutlu ve huzurlu bir toplum
için yapmamız gereken çok basit. Adaletli bir insan olmak ve başkalarının
adaletini korumak…
Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır! Bir yerlere adam
seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve
mükâfat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz? Sözüm
elbette sadece yetkililere değil, herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere
herkese…
Adaleti kaybetmeden, adalet içinde yașayacağımız güzel günler
temennisiyle...
Selâm ve dua ile…