Neden böyle bir başlık attığımı merak edenler için yaşanmış bir hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu aralar hızla çoğalan çocuk istismarlarını duymak hepimizi derinden yaralıyor. Bu olayları okudukça aklıma eski bir hikâye geliyor.
Anneannem anneme
anlatırmış, annem de bize anlatırdı, o zamanlar yeni yetişiyoruz, insanın
aklına korku gelmiyor. Anlatılanları da gelip geçici dinliyoruz. Oysa sonraları
büyüklerimize hak vermeye başlıyoruz. Ne zaman mı?
Tabii ki ANNE olduğumuzda.
Hikâyemiz anneannemin
komşusunun kızının hikâyesi: Aynı mahallede oturan ve birlikte büyüyen iki kız
arkadaş varmış. Bu genç kızlardan biri evlendikten sonra yaşamını Beykoz’da
sürdürüyor, diğeri İstanbul dışına taşınıyor. Bu arkadaşlar uzun süre
birbirlerinden haber alamıyorlar.
Beykoz’da oturanın bir
kızı oluyor. Aradan uzun yıllar geçiyor. Artık olgun birer kadın olan eski
arkadaşlar birbirlerini hiç unutmuyorlar. İstanbul dışındaki uzun aradan sonra
Beykoz’a gelip arkadaşını buluyor, sevinçle kucaklaşıyorlar, sohbeti
koyultuyorlar ve görüşmeyi sürdürüyorlar.
İstanbul dışındaki
hanım evlendiğini, ama yapamadığı, boşandığını ve yeniden Beykoz’a taşındığını
söylüyor. Bizim komşu kızı da içten inanıyor birlikte büyüdüğü eski arkadaşına.
Bir gün eski arkadaş
komşu kızına telefon ederek çok hasta olduğunu, dışarı çıkamadığını, kızının
ilaç alıp getirirse ve hatta o gece kendisiyle kalırsa çok büyük bir iyilik
yapacaklarını söylüyor. Komşu kızımız da eski arkadaşına bu iyiliği yapmakta
bir sakınca görmüyor, kızını eski arkadaşının evine gönderiyor.
Akşam teyze bildiği
kadın kıza “İşte yatağın hazır, istersen git yat,” diyerek odasını göstermiş.
Kız odasına geçmiş, daha uyumadan odanın kapısı açılmış ve bir genç adam içeri
girmiş. O an başına gelecekleri anlayan kızcağız ağlayıp yalvarmaya başlamış.
Adam: “Şimdi ağlıyorsun, peki o zaman burada işin ne?” demiş. Kız olanları
anlatınca adam eklemiş: “Şimdi beni evine götüreceksin, doğruyu söyleyip
söylemediğini anlayacağız.”
Birlikte kızın evine
gelmişler. Akşamın geç saatinde kapıyı açan komşu kızı, kızını bir adamla
karşısında görünce çıldırmış, genç adam olan biteni anlatmış ve anneye nasıl
olur da uzun yıllar görüşmediğiniz bir kadına kızınızı bırakırsınız diye
serzenişte bulunmuş. Anne minnet duyguları ve gözyaşlarıyla adama:
“İnsan
evladıymışsınız, kızımın geleceğini kurtardınız. Dileyin benden ne dilerseniz,”
demiş. Genç adam kızı annesine teslim edip oradan ayrılmış.
Sizin de tahmin
edeceğiniz gibi eski arkadaş bu işi yapıyormuş. Çocukluğunuz, gençliğiniz ne
kadar yakın olarak geçse de araya giren uzun yıllarda arkadaşınızın hangi
doğrultuda yol aldığını bilemezsiniz. Eğer iletişiminiz kopmuşsa, nasıl bir
hayat sürdüğünden haberiniz yoksa her şeyin gençlik yıllarındaki gibi masum
olduğundan emin olamazsınız.
Kuşkusuz ki
evlatlarımız hepimiz için çok değerliler. Onların bir kılına zarar gelmesini
istemeyiz, izin vermeyiz. Onları gözümüz gibi bakıp büyütürüz.
Gelelim hikâyenin
güzel yanına. Bazen masallar gerçekle örtüşüverir, bir mucize oluşur hayatta. O
geceki genç adam bir gün komşu kızının kapısını yeniden çalar ve kızını
Allah’ın emriyle ister. İki genç evlenirler, mutlu bir hayatları olur.
Tahmin edersiniz ki
her hikâye bunun gibi mutlu bitmez. İşte bu yüzden evlatlarımızı gözümüzden bile
sakınmalıyız. Ancak sorgulamamız gereken bazı şeyler var. Ne üzücüdür ki her
şeyden korkar olduk. Toplum bu hale ne zaman geldi, küçücük çocuklara el
uzatacak kadar kötü oldu?
Bu yazını gözden
geçirip bana destek olan kütüphane emeklisi can dost Gülçin Özen hanıma
teşekkür ederim
Tüm çocukların hak
ettiği gibi güzel günler yaşaması dileğiyle…