Her geçen gün çocukluğumuzda ki bayramları hatırlamamak
mümkün değil.
Eski bayramlar demek ailenin bir araya gelmesi, aile büyüğü
iseniz akrabalarınızın büyük küçük el öpmeye gelmesi sevgi, saygı, birlikteliğin
en güçlü olduğu zamanlar demekti.
Bayramdan bir hafta önce başlardı temizlikler sanki kirli
evde oturuyormuş gibi özen ile temizlenir köşe bucak, bembeyaz olurdu perdeler.
Birkaç gün öncesinden bayram yemeklerinin listesi yapılır
çarşıya çıkılır sevgi ve coşku ile malzemeler alınırdı.
Çocuklara bayramlıklar alındığında mutluluk ikiye katlanır o
kıyafetler başucunda askıda asılır, ayakkabılar ve içerisinde bembeyaz işkoç
çorapları olurdu. Gider gelir ne zaman giyeceğiz diye bekleyen çocukların
heyecanını paylaşırdık.
Arife günü yemekler, tatlılar hazırlanır ve işte beklenen
bayram sabahı gelirdi. Bayram sabahı annem bayram namazı üzerinize kılınmasın
diyerek hepimizi kaldırır, bir çatının üstüne evdeki kişi sayısı kadar ağızımızın
tadı bozulmasın diye şeker atardı.
Namazdan dönen evin erkekleri önce kabristanı ziyaret eder
sonra fırından sıcak mis kokulu ekmekler alırdı. Eve gelene kadar
bayramlaşmalar başlamıştı bile.
Kapının zili çaldığında hepimiz kapıda karşılar
bayramlaşırdık ardından kahvaltıya oturulur anne eliyle hazırlanmış şahane bir
kahvaltı yapılırdı. En güzeli nedir biliyormusunuz anne ve babanız masanın en
güzel rengi olması, onlardan güç aldığınız başta ulu çınarınız babanız, sizi
her zaman koşulsuz seven annenizdir masanızın vazgeçilmezi.
Coşkuyla kalabalık ile yenen sanki ilk defa kahvaltı
yapılıyormuş gibi mutluluğunuz paha biçilmez olurdu.
Kahvaltı sonrası masa toplanır, evin büyüklerine kokusu
bütün evi sarmış mis gibi kokan kahve ve yanında çikolata ile ikram edilir. Babam
kahvesini içerken bir yandan da vazgeçemediği günlük gazeteleri gözden
geçirirdi, gözden geçirmek ne kelime adeta haberleri yutardı.
Ve kapınız çalmaya başlar ilk kim mi her gün çevrenin temiz
olması için kan ter içersin de çalışan çöplerimizi kapıdan alan emekçi abimiz,
o gün çöp toplanmaz bayramlaşılırdı.
Annem önceden hazırladığı içerisine harçlıkları konmuş mendilleri
ve cam şekerlik içerisindeki çikolatalardan ikram ederdi.
Ardından mahallemizdeki çocuklar birer birer ziyarete
gelmeye başlarlardı.
Ahşap evimize 16 basamak merdiveni çıktıktan sonra kapımız
sofaya açılır yan tarafında da mutfak içerisinde yemek odamız vardı
Aşağıdaki kapımız gün boyunca hep açıktı şimdi ki gibi kilit
üstüne kilit vurulmazdı çünkü o dönemlerde kimse kimseden korkmazdı.
Bayram boyunca masalar kurulur her gelene kapımız açık
olurdu. Hatta biraz evimiz sakinleşse neden kimse gelmiyor diye üzülürdük, oysa
anneler o arada ortalığı toplar yeni gelecek misafirlerimiz için hazırlıklara
devam ederlerdi, bayram sofrası bereketli olurdu.
Bayram bittikten sonra bayanların ziyareti başlardı ananem
artık bayanlara kırk gün bayram derdi.
Şimdi bayram tatili kaç gün hangi tatile yer ayırtsak diye
yetişen bir nesil var ve bu neslin çocukları bu güzelliklerden mahrum kalarak
büyüyorlar.
Biz hala büyük çınarımızı kaybetsek de bir eksik ile içimiz
babamızın yokluğuna ağlarken bayram soframıza otursak ta çocuklarımıza bu güzel
ananevi duyguyu yaşatabiliyoruz.
Herkese Şeker tadında, anılarla dolu sonrasında
torunlarınıza anlatabilecek tüm güzellikleri yaşayabilecekleri bayramlar
dilerim.
Makbule İnaç