YIRTIK ELBİSE’DEN KAP
HAZİNADARLIĞINA
Ne kötü zamana kaldık? Kazanan kim kaybeden kim? Belli değil...
Makam ile mevkiyi kim hakkıyla taşır oldu? Kim niye kendini
kaybeder oldu?
Oysa; ne güzel kıssadan çıkan hisseler!
Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle
bir gün Sultan Mahmut’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri
sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün
sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar
ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek
rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye
böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü
hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün
geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını
zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir
saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş:
“Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun
mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.” Sultan kulaklarına inanamamış.
“İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Duvara
küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin
sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Orada
sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da
açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! Aynanın
karşısına geçmiş. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar
kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş.
“Bir hiçtin sen… Satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan’ın
eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla
nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur,
unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle
bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!” Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce
kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan’la yüz yüze
gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz’ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı
yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.
“Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi…
Kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın
huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin.
Allah’ım bizleri nerden geldiğini unutmayan, makamında kendini yitirmeyen, varlıkta yokluğu unutmayan kullarından eylesin. Âmin!